Yediğimden içtiğimden, attığım adımdan, çektiğim nefesten, uyuduğum yastıktan, okuduğum kitaptan, yazdığım kalemden alınan vergilerin birazı olsun, Kader Plânı'nda yer bulsaydı, acıları önlemeye harcansaydı…
Kitaplar, eski kentlerde nüfusun elli bin sınırında dengelendiğini ve bunun aşılmadığını yazar. Kentin etrafı da güvenlik için, fırdöndü korunaklı surlarla çevrilidir.
On bir ili kapsayan Asrın Afeti dedikleri depremde ve sellerde hayatlarını kaybeden insan sayısında, toplam bir kent nüfusunun tamamı kadar, çoluk çocuk, yaşlı genç, kadın erkek elli bin insan yok oldu.
Yirmi yıldır ülkeyi yöneten kadrolardan ve yandaşlarından arta kalanların tavır ve söylemlerine bakılınca, durumun vahametini sanki hiç fark etmiyorlar gibi, hiç ama hiç!
Bir kaşı havada çok önemli bir şey düşünüyormuş gibi kameralara dik dik bakan bakanlar ve şürekâsı. Konuşmak zorunda kalınca yada buna heves edince, boş tenekeye tahta kaşıkla vurulmuş gibi davudî bir ses çıkarıyorlar.
Yine de dudağını kemirerek onları izleyen vatandaş, yıllardır her gün, işittiği ve kelime kelimesine belleğine yer eden şu cümleyi duyuyor yada duyar gibi oluyor;
“Ölenlere Allahtan rahmet niyaz ediyorum, kalanlara sabırlar diliyorum, yaralananlara Allahtan şifalar temenni ediyorum”. Tamam işte oldu bitti, bitenler gitti, hepsi bu!.. Oysa hiç bitmiyor.
Dinleyenler neden dudaklarını ısırıyor? Duydukları sesin sahibinde yeterli sorumluluk görmüyorlar ki. Her şey Allaha havale edilmiş durumda, daha ne yapsınlar? Muhalefet rahat durmaz, eleştiri ve itiraz onun işidir!
Ama, iktidar olamadıkları gibi muhalefet de olamayanlar kaba küfür, kafiye, tekerleme dolu nutuklar atarak dünyevi vazifelerini yerine getirmiş bir eda ile hayatta kalanları da Allaha emanet edip kürsüden iniyorlar.
Rahat durmaz muhalefet, niye dursun ki? Allah kabul etsin esaslı muhalefet çevreleri, bu manzara karşısında onlardan daha fazla kabalaşmaktansa, kalabalıklaşmaktan medet umuyor, n'aapsın daha başka, n'aapsınlar?..
Ben ne bileyim, bilse bilse bilim bilir. Ben bunu bilir, bunu söylerim.
Surlarla çevrili elli bin kişilik nüfusu aşmayan eski kentler, surlara hemen yapışık dış halkada tarımla uğraşır, ürettikleriyle de elli bin kentliyi beslemeye çalışırmış, sorun yok, mutluluk varmış!..
Arada bir düşmanlar kenti aç bırakmak için kuşatınca da sıkıntı olur. Bu durumlara karşı, çoğalmalıyız ve daha güçlü olmalıyız diyenler, haklı bulunur. Doğru söylüyor diye, onlara arka çıkanların sesi de daha gür çıkmaya başlar.
Güçlenmek için uzaklardan gıda getirmeye başlanır. Yükler ağırlaştıkça araba tekerleri çamura batar, iş uzar. Yollara demir döşemek ve sarayların buharlı oyuncaklarından faydalanmak akla gelir. Bu yeterlidir ve elbet gerçek olur.
Demir yollarından buhar gücüyle gelen bolluk içeri dolar. İçerde daha çok, daha da çok talep, arsızlık ve aç gözlülük baş gösterir. Karnı doyan, gözü doymayanlar surların dışına çıkar, havuzlu villalar yapıp satmaya koyulurlar.
Odun yakılırken kömür, derken petrol… Hikâyenin bundan sonrasını okur çok iyi bilir, yaşar çünkü. Buna ilerleme adı verilir. Çevreciler bozulmasın, bu isim hâlâ kullanılıyor. İlerleme arttıkça, kent halkı hızla gerilemeye yüz tutar.
Sur içinde, önce Kolon Kesme şeklinde görülen ve Rant genel adıyla bilinen Çarpık Kentleşme salgını baş gösterir. Ardından Kentsel Dönüşüm zırvasıyla tedaviye kalkışılır. Bu kez, Kaçak Kat Çıkma sendromu her yere Hırsızlık olarak Metastaz yapmaya başlar. Hastalığa çözüm?
Çözüm, İmar affı, olmazsa İmar barışı uygulamalarında aranır. Ve olan olur!..
Yüce Allah bu kadar saygısızca meşgul edilirse… Fayların tepesi atar, o faylardan Zelzele de gelir, Baran da, Sel de gelir. Elli bin insana da yazık olur. Hem de çok yazık…
-----o-----
]]> 2023-03-18T19:19:16Z dg43tfdfdgfd